Tavşan Deliğinden Aşağı, Dünya Baş Aşağı
Alice'in yaratıcısı Lewis Carroll'ın peşinden saçma-şiirlerin, anlaşılmaz cümlelerle dizelerin, muammalar dilinin o harikulade inine giriyoruz...
“Ama ben deliler arasına girmek istemiyorum,” dedi Alice.
“Eh, o konuda elinden bir şey gelmez,” dedi Kedi: “Burada hepimiz deliyiz.”
Alice Harikalar Diyarında, Lewis Carroll
Anlamlandıramadığınız bir hikâyeden keyif alabilir misiniz?
Peki ya neden bahsettiği konusunda en ufak fikre sahip olmadığınız bir şiiri sevebilir misiniz?
Dil (ve onun parlak şövalyesi edebiyat) “anlam” dünyamızın kalbinde yer alıyor. Okuduğumuzu, dinlediğimizi anlamayı bekliyoruz. Anlayamadığımız söz, içimizde bir yerleri tırmalıyor, dilimizin köküne saplanmış küçücük bir kıymık gibi. Peki o halde, edebiyat tamamen anlam üzerine mi kurulu? Yoksa Harikalar Diyarı’ndaki Alice gibi, içinde yarı anlar yarı anlamaz halde gezindiğimiz bir metin de bize edebi bir hazine sunabilir mi?
Çocukken tuhaf mı tuhaf mecazlar üzerine kurulu deyimlerin beni nasıl büyülediğini hatırlıyorum: İnsanat aleminin içinde “muşmula suratlar”, “sivri akıllılar” ve “yufka yürekliler” gibi varlıkların kol gezdiğini keşfedip müthiş heyecanlanmıştım; gelgelelim, bu garip dünyanın iç yüzü konusunda “ayaklı kütüphane” bellediğim kişilere sorularım karşısında “dişe dokunur cevap” alamıyor, çok ısrar edersem de “bir araba laf” işitiyordum. İşin ilginci, bu büyüleyici sözleri bitiştiren insanlar, onlardan hiç mi hiç etkilenmiş görünmüyordu. Çok kullanılmış mobilyanın cilası misali, bu sözlerin de büyüsü kaçmıştı galiba.
Alice’in maceralarını anlatan kitaplarsa, bu büyüyü saf ve kıvamlı haliyle barındıran kitaplardı. Dilin kendisi kadar garipti bu kitaplardaki hikâyeler. Normalde metaforlara ayrılmış olan çılgınlığı karakterlere ve olaylara giydiriyorlardı - ve karşımıza hakikaten de Cheshire Kedisi’nin dediği üzere, herkesin “deli” olduğu bir dünya çıkıyordu. Hikâye anlatma gibi, kişileri ve olayları mantık ve tutarlılık iplikleriyle bağlamak üzerine kurulu bir sanatta, alabildiğine sıradışı ve ilgi çekici bir şeydi bu.
Bir durup Alice hakkında, onun size ne ifade ettiği hakkında düşünün. Mümkünse, filmleri ve çizgi filmleri, görsel uyarlamaları aklınızdan çıkarmaya çalışın ama… Alice Harikalar Diyarında ve devamı niteliğindeki Aynanın İçinden kitaplarının başına gelmiş belki de en sıkıcı şey, görsel anlatıma aktarılmış olmaktır, çünkü resimler, hiçbir şeyi anlamlı kılma gibi bir mecburiyet taşımamakla birlikte, çoğu zaman tam da bunu yapmak gibi bir huya sahiptirler… Siz neyin nasıl göründüğünü değil de, size (ve karakterlere) nelerin söylendiğini hatırlamaya çalışın. Oralarda, sözün içinde, gerçekten de çocuksu bir “her şey mümkün” evreni bulacaksınız.
Nitekim, Carroll’ın Humpty Dumpty’si, Tehlikeli Oyunlar’da “Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor,” diyen Oğuz Atay’la bir asır öncesinden sohbet edercesine, “Ben bir kelime kullandığımda, ne anlama gelmesini istersem o anlama geliyor,” der. Fakat elbette bu, aynı zamanda hiçbir şeyin hiçbir anlama gelmeyebileceği de demektir. Meşhur Çay Partisi’nde Şapkacı’nın sorduğu bilmece gibi:
“Kuzgun neden yazı masası gibidir?”
Lewis Carroll’ın metninin bir yandan anlam vaat eden, bir yandansa anlamı vermekten imtina eden oyunbaz tabiatını en iyi gösteren kısımlardan biridir bu. Şapkacı, bilmecenin cevabı hakkında kendisinin de en ufak fikri olmadığını söyler! Anlam, sinir bozucu şekilde dilimizin ucunda biraz gezindikten sonra sıvışmıştır.
Yazarın tutturduğu bu “sanki anlamlılık” sanatı, bir edebiyat türünün parçası aslında. Adına da “edebi saçmalık” deniyor. Carroll özellikle Deli Bahçıvanın Şarkısı gibi şiirlerde bu türün parlak örneklerini verir: “Bir manda gördüm sandı / Söve pervazında: / Bir daha baktı ki ne görsün / Eniştesinin yeğeniymiş aslında” gibi dizeler, Alice’in evreninden aşina olduğumuz o tuhaflığın özünü de gayet iyi yansıtır. Ama daha da sivri bir örnek isterseniz, kelime bazındaki anlamın dahi tamamen çöktüğü, Aynanın İçinden’de yer alan meşhur saçma-şiir Jabberwocky’ye göz atmanız yeterli!
Pişvaktiydi ve cıvılkan bursuklar
Dönenir de delginirken aluzda
Per perişük durumdaydı pasgalar,
Doroslarsa böryat bügan gurbuzda.
Kendi adıma bu şiire zaten oldum olası büyük bir sempati duymuşumdur ama bir kitap için giriş bölümünü çevirmem gerektiğinde, “sanki-anlam”ının inceliği ve ürperticiliği beni iyice hayrete düşürmüştü. Sonuç yukarıdaki gibi oldu.
Jabberwocky (en azından orijinali!) “edebi saçmalık”ın spesiyalitesi olan “bir şey söyler gibi olma”nın en tekinsiz örneklerindendir. Kelimeler ses yordamıyla başka kelimeleri çağrıştırır, sanki bir yerlerden tanıdık gelirler, dizeler bir silsile anlatıyor gibidir, anlam zihninizde cisimlenmek üzeredir, şiirin titiz bir kafiye düzeni ve ölçüsü bile vardır ama…. Heyhat! Ne kadar odaklanırsanız odaklanın, ipin ucunu yakalayamazsınız.
Lewis Carroll’ın bayraktarı olduğu “edebi saçmalık”ın Viktorya dönemi İngiltere’sinde çıkmış olması da “anlamlı” bence. Bir koşu sanayileşen ve bilimselleşmeye çalışan bir toplumun dönemiydi Kraliçe Viktorya’nınki. “Çocuksu saçmalıklar”ın iyice ayağının kesilip yerine matematiğin, hesaplanabilirlerin, çıkarımların koyulmaya çalışıldığı vakitler. Charles Dickens, Zor Zamanlar’da, rasyonel düşüncenin yerleştirilip, çocuksu fantezilerin kökünün kazınmaya çalışıldığı bu atmosferi harikulade anlatır. Carroll’ın Alice’i bir bakıma, tam da kökü kazınmaya çalışılan bu çocukluktur aslında. Her şeyin beklendiği gibi gittiği –dolayısıyla aslında kolaylıkla anlaşılır olduğu– Viktoryen makullükler dünyasından, onun zıt kutbu gibi duran, metaforlardan daha “rasyonel” görünmeyen gerçekliklerin ve sözlerin dünyasına geçer. Yetişkinliğin kaideleri öncesi bir dünyaya.
Bu yüzden eşsiz bir çocuk klasiği Alice’in hikâyesi: Salt ilginç yerler ve varlıklar kurgulayabildiği için değil; “söz”de de çocukluk fikrinin özüne indiği, dil ile çocukların daha güçlü olduğu bir başka dünyanın kapılarını yeniden açtığı için. Kapıların ardında saçmalık karasuları vardır, saçmalığın doğal seyrüsefercileri de çocuklardır tabii: Onlar ki “karamela-sepeti-terazi-lastik-jimnastik”in bitişik olduğu bir dünyada büyük bir rahatlıkla gezinebilirler!
Ee, sonuçta ne demiş, bu tuhaf mı tuhaf türün asli atalarından olan meşhur çocuk şarkısı? “Hey Diddle Diddle”dan yarı-çevirelim:
Hey bidi bidi
Keman ile kedi
İnek ayı aştı
Böyle bir iş görünce
Köpecik kahkahayı bastı
Tabak da kaşıkla sıvıştı.
(Bu yazı ilk olarak ON8 Blog’un Mürekkep Kuşu köşesinde, 26 Ekim 2016’da yayımlanmıştır.)